Finding Camellia - Bölüm 5
5.BÖLÜM
“Bana çocuğun kız olduğu söylenmişti” dedi Marki.
Anastasia’nın montu çıkaran elleri dondu. Hizmetçileri odadan kovdu. Yatak odasının ağır kapısı kapanırken duyulan tek şey fenerin çıtırtısıydı.
“Bir kıza ihtiyacımız yok.” Diyerek cevapladı Anastasia.
“Ama o gerçekten bir kız. Nasıl bir erkek gibi hareket etmesini beklersin?”
Marki sabahlığını giydi ve yatağa oturdu. Çok yorulmuştu ve yıkanmaya enerjisi yok gibi görünüyordu.
“Kalıcı olamazdı. Sadece Kieran’ın sağlığı ilerleyene kadar. Onu ailemizin itibarını desteklemek için geçici bir yedek olarak düşün.”
“İtibarımızı geliştirmek için kızı bir erkek gibi yaşatır mıydın? Sen kalpsiz bir kadınsın.”
Anastasia, sandalyesinde dik bir şekilde oturdu ve yatağa yaslanmış olan kocasına küçümseyerek baktı. Gözleri, nefret dolu bakışla parıldadı.
“Kalpsiz olan sizsiniz, lordum. Sonuçta, önemsiz bir hizmetçiyle yatağınızın sıcaklığını paylaşmayı uygun gören sizdiniz.”
“Anastasia!”
“Bunun yerine dul bir soylunun peşine düşmeyi tercih etseydin bu kadar canımı yakmazdı. Ama bir hizmetçi? Gözlerinin içine bile bakmaması gereken bir kadına nasıl kalbini verebilirsin?!”
On yıldan fazla olmuştu ama Anastasia’nın sarsılması hala geçmemişti.
Camellia’nın annesi, Bale malikanesinde mutfakta yemek yapmakla sorumlu hizmetçilerden biriydi. Tüm malikaneyi büyüleyen olağanüstü güzelliğiyle hem sevilen hem de nefret edilen bir kadındı.
Ve Lord Bale bir istisna değildi. Anastasia bunu biliyordu ama geçici bir eğlence olan bu kızdan sıkılacağını düşündüğü için onu hiç durdurmadı. Bundan emindi.
Ama sonra, Kieran ilk adımlarını atmaya başlarken, kadının karnı büyümeye başladı. Hizmetçiler, bir erkek çocuk doğurursa diye yalakalık yaparak ondan korkmaya başladılar. Görünüşünden yediklerine kadar her şeyi yakından takip ettiler. Marki’nin sevgisini kazandığını düşünen kadın, sanki kendisine güç verilmiş gibi durumdan yararlanmaya başladı.
Sonrasında, özellikle sert rüzgarların estiği bir kış günü Kieran ortadan kayboldu. Anastasia dünyaların başına yıkıldığını hissetti. Çılgınca bütün malikaneyi aradı ve sonunda onu donmuş gölün kenarında çırılçıplak terk edilmiş halde buldu. Ama tanrıların lütfu sayesinde hayatta kalmayı başardı.
Öfkeden gözü dönen Marki, suçluyu bulmak için bütün hizmetçileri sorguladı ve hepsi hamile kadının adını verdi. Neredeyse doğum yapmak üzere olan kadın, o gece malikaneden atıldı. Kadın masumiyetini iddia ederek ağladı ama neredeyse tek oğlunu kaybeden Marki, onun yalvarışlarını duymazdan geldi. Anastasia, ona lanetler okudu, eğer bir oğlan doğurursa onu dünyanın sonuna kadar takip edeceğine yeminler etti.
Bir süre sonra, kadının saklanmak için başkentin kenar mahallesi olan Louver’e gittiğini öğrendi. Anastasia ancak kadının bir kızı olduğu haberini aldıktan sonra rahatlayabildi.
Her nasılsa, o günden sonra Kieran hastalandı. Önemli ölçüde zayıfladı ve kan öksürdüğü kronik bir durum gelişti. Parayla alınabilecek en iyi ilacı bulmak için bütün imparatorluğu aradılar ama bir yararı yoktu. Kieran ölüyordu.
“Çocuğun annesine ne oldu?” Diye sordu Marki.
Anastasia bütün duygularını itercesine yumruğunu sıktı ve bir kıkırdamanın çıkmasına izin verdi.
“Kim bilir? Ölmüş olabilir ya da delirmiştir. Sokaktaki bir kadın olmasına rağmen kızına oldukça değer verdiği söylendi.”
“Sanki onun ölmesini ister gibi konuşuyorsun.”
Marki’nin alaycı sözlerine sırıttı. “Tabii ki.”
Marki içkisinden bir yudum alırken derin bir nefes çekti. Yüzündeki vahşi ifadeyi hafifleten karısına uzandı, istemeye istemeye kollarına girdi.
“Kieran kırılgan bir çocuk olabilir ama kimse bu yüzden Bale hanesine yukarıdan bakmaya cesaret edemez. O benim oğlum. Kenara çekilip boş boş durarak seni izlemeyeceğim. Çok fazla şeyin seni endişelendirmesine izin veriyorsun.”
“Onu affedemiyorum. Kieran’ın kötüleşen durumundan o sorumlu… ne yaptığını unutma, Gilliard.”
Marki, kollarında ağlamaya başlayan kadını teselli etti.
Anastasia’nın tepkisi nedensiz değildi, donmuş gölün kenarından bulunduktan sonra Kieran’ın sağlığının kötüleşmeye başlaması doğruydu. Marki de o geceyi ne zaman düşünse öfkeleniyordu. Kalbini o kadına vermiş olsa bile, oğluna zarar verdiği için o kadını asla affetmeyecekti.
Gilliard, Anastasia’ya sıkıca sarıldı.
“Bale hanesinin adına yemin ederim ki o kadını asla affetmeyeceğim. Asla.”
***
Her nefes dondurucu havada görülebiliyordu. Bolluk ve bereket mevsimi yerini kar kraliçesine bırakmıştı.
Bahçıvan Lennon, cam seranın içindeki taşınabilir ısıtıcıyı yaktı. İcadı Bale hanesinin gururuydu. Dumansız, kokusuz ve alevi kontrol ediyordu.
“Leydi Bale, bahçeniz her zaman çok hoş.” Dedi Leydi Selby gülerken.
“Ihar malikanesindeki bahçelere kıyasla bir hiç.” Diyerek cevap verdi Leydi Bale.
“Ah, evet. Haklısınız. Düşesin bahçesini güzelleştirmeyi sosyalleşmekten daha çok sevdiğini duydum.”
“Yani, dünya gürültülü bir yer. Ben de kulaklarımı kapalı tutmak isterdim.”
“Daha fazla katılamazdım.”
İki kadın sohbet edip gülerken sohbete tanık olan diğer hanımlar, onlarla aynı anda gülmeye çalışmakla meşgullerdi.
Leydi Selby, çayından bir yudum aldıktan sonra seranın içinde koşuşturan kızına baktı. Başka bir durumda, böyle bir davranışa tahammül etmezdi ama tüm yapabildiği onaylamayan bakışlarla ona bakmaktı. Kızının oyun arkadaşı prenses Rosina’ydı. Bir hanımefendiye yakışmayan bir davranış olsa da, kimse prensesi azarlamaya cüret edemezdi.
Anastasia, Leydi Selby’nin iç çekişine dayanamayıp güldü ve bakışlarını bahçeye doğru çevirdi.
“Bak! Kar yağıyor!” Diyerek haykırdı prenses ve bütün leydiler bakmak için döndü.
Gerçekten de kar yağıyordu.
“Hadi dışarı çıkalım, Marilyn!”
“Çok soğuk, majesteleri. Karı içeriden izlemek daha iyi değil mi? Daha fazla koşabileceğimi sanmıyorum.”
Rosina, hiç de yorgun görünmeyen Marilyn’i inceledi ve gözlerini kıstı.
“Peki ya sana Lord Claude’nin yakında çalışma odasından çıkacağını söylersem?”
Marilyn onun adını duyunca kızardı.
Rosina zafer kazanmışçasına ellerini beline koydu.
“Bugün kardeşimden Lord Claude’yi çalışma odasından dışarı sürüklemesini istedim. Daha yeni kar yağmaya başladığına göre muhtemelen avlanmaya gidecekler.”
Marilyn, Rosina’nın baştan çıkarıcı sözlerine karşılık olarak hizmetçilerini çağırdı.
Leydiler, konuşmalarına rahatsızca güldüler. Gizlice kızlarının Bale hanesine gelin gitmesini umdular.
Herkes Marki Selby’nin kızı Marilyn Selby’nin Lord Claude’ye ilk görüşte aşık olduğunu biliyordu. Bale hanesinin kızı olmadığı için gelecekte düşes olacakmış gibi görünüyordu.
“Bekle… bu da kim? Ne yapıyor?” Diye sordu Rosina kürkünü giyip dışarıyı işaret ederken. Orada duran ceketsiz, gökyüzüne bakan küçük bir çocuk vardı. Soğuk bir kar tanesi ne zaman diline düşse ve hatta elini uzatsan ürperirdi.
“Sanırım… karı tadıyor.” Dedi Marilyn onay almak için annesine bakarken.
Hanımlar ilgiyle izlerken Leydi Bale yüzünde sert bir ifade ile zili çaldı. Bir hizmetçi koşarak yanına geldi.
“Camellius’u odasına götür” diyerek emir verdi.
Hizmetçi uzunca eğildi ve gitti.
Bayanlar, ruh halindeki değişime karşı birbirine baktılar. İçlerinden biri “O sizin oğlunuz mu, leydim? İnzivada iyileşen oğlunuz?” Diye sordu.
Masadaki herkes neredeyse cevabı biliyordu. Her şeye rağmen, Leydi Bale yüzüne zarif bir gülümseme koydu ve onayladı.
“Hala oldukça hasta olduğunu söylüyorlar. Bu yüzden yaşıtlarına göre daha küçük.”
“Kaç yaşında?” Diye sordu prenses Rosina.
“On iki yaşında, majesteleri. Kieran’dan üç yaş küçük.”
“Oh, anlıyorum. Kesinlikle çok benziyorlar. Ama gerçekten bir erkek mi? O çok sevimli.”
“Ne komik bir soru majesteleri.” Dedi Leydi Bale gülerken.
Rosina’nın parıldayan bakışları Lia’ya odaklandı.
Hizmetçi onu içeri sokmak için Lia’ya yaklaştığında, Kieran birden bire ortaya çıktı ve ona gitmesini işaret etti. Lia’nın üzerine bir kürk manto geçirdi ve ona sıkıca sarıldı. Lord Claude bir grup çocukla onu takip etti.
Prenses Rosina’nın kulakları gördüklerine karşı kızardı.
“Onun bir erkek olduğunu bilmesem,” dedi Marilyn açıkça, “Güzelliğinin her kızı kıskandıracağını söyleyebilirim. Katılmıyor musunuz?”
***
Camellia, Kieran, Claude ve gruplarının ani ortaya çıkışıyla şaşırmıştı. Dahası, Kieran ilgisini göstermekten çekinmediği için bazı sarılmaları onu hazırlıksız yakalıyor ve ne tepki vereceğini şaşırıyordu. Sonuçta, o kılığının altında hala bir kızdı.
“Orada tek başına ne yapıyordun, Lius? Bizimle gel.”
Kieran kafası karışmış gib görünen Lia’yı yanında sürükledi. Lord Torin ve gruptaki diğer genç lordların onaylamayan bakışlarını hissetti. Her nasılsa, Lord Claude yolda yürümeye devam ederken onu hiç fark etmemiş gibiydi. Lia yanından geçtiği için memnundu. Bir nedenden dolayı onu geriyordu.
“Kieran, katılmam gereken dersler var!”
Lia bir bahane bulmaya çalıştı ama Kieran’ın bunları yemeye niyeti yok gibiydi.
“Hayır, yanlışın var. Usta Theodore yarın sabah geliyor.”
Onu daha fazla kandırmaya çalışmanın bir anlamı olduğunu düşünen Lia, isteksizce Kieran’ı takip etti. Kadife bir örtü üzerine bir dizi tabanca ve tüfek dizilmiş bir masaya doğru yürüdüler. Lia vücudunun titremeye başladığını hissedebiliyordu, av zamanıydı.
“Hareket etmeyen hedeflere vurmanın bir eğlencesi yok.” Claude siyah koltuğa oturdu ve onlar için hazırlanmış olan üzüm dolu kaseye uzandı.
Lia, onun delici mavi gözlerinin ona baktığını biliyordu ama kafasını kaldırmaya cesaret edemedi.
“Kardeşime nasıl atış yapılacağını öğreteceğine söz vermiştin, Claude” dedi Kieran.
“Tabii ki.” Diyerek cevapladı Claude ağzındaki üzümü yuttuktan sonra. “Söz verdiğimi biliyorum.”
Diğer çocuklar onun yanına otururken kahkaha attılar.
Lia, Lord Torin’in bakışlarından kaçmakla meşguldü. Genç Lord yüzünde tuhaf bir ifadeyle ona dik dik bakıyordu. Gözleri av tüfeklerine sabitlenmiş halde öylece durdu. Ancak birden Claude’nin tam arkasında durduğunu fark etti. Gergindi, minik ellerini yumruk yaptı.
Claude, ona uygun bir tabanca aldı ve kaşlarını çattı. “Neden karı tadıyordun tanrı aşkına?”
Lia, hızla gözlerini kırpıştırdı, beklenmedik soru karşısında sersemledi ve aklına gelen ilk şeyle yanıtladı. “Merak ediyordum.”
“Merak mı ediyordun? Peki ya tadı nasıldı?”
“Evet…” dedi gergince onaylayarak.
“Sadece sokak çocukları böyle bir şeyi merak ederdi.” Diye fısıldadı kulağına Claude alaycı bir şekilde. “Tuhaftır ki, karın bir şerbet gibi olup olmadığını merak ederler.”
DEVAM EDECEK