Finding Camellia - Bölüm 6
6.BÖLÜM
Lia, Claude’nin eline verdiği silahı neredeyse düşürüyordu. Ondan çok daha güçlü olduğu için zahmetsizce vücudunu çevirdi ve uygun bir duruş için ayaklarını ayırdı.
Sokak çocukları…
Lia, diğerlerinin kıkırdadığını duyabiliyordu ama şaşkın yüzünün ona vereceği korkuyla arkasına bakamıyordu.
En azından sadece kilden hedefler var, gerçek bir oyun değil.
Ondan en az altmış santim daha uzun olan Claude onun arkasında duruyordu. Ellerindeki silaha uzandı ve ateş etmeye hazırlanarak kaldırdı.
“Yani” diye fısıldadı kulağına, “Karın tadı nasılmış, Camellius?”
Neşeli gelen sesi kulaklarını gıdıkladı.
Onu başından savıp kurtulmak istedi ama cesaret edemedi, o Grandük’ün oğluydu.
“Cevap ver.”
Telaşlanarak gözlerini sımsıkı kapattı ve bir cevap bulmaya çalıştı.
Bum!
Lia’nın tetikteki parmağı dondu. İşaretten önce ateş etmişti.
Sağır edici bir sessizlikten sonra Kieran ve diğer çocuklar panik halindeki hizmetkarlar koşarak gelirken şok içinde kaldılar.
“Lord Claude!”
Claude namluyu yavaşça bıraktı ve Lia bayılacakmış gibi arkasını döndü.
“Doktoru çağırın!”
“Lord yaralandı!”
Hizmetçilerin telaşı Claude’nin elini sallamasıyla sona erdi.
“Sadece küçük bir yanık. Telaş yapmayın.” Dedi Claude kısılmış gözleriyle.
Avucunun içi kıpkırmızıydı.
Ah, hayır!
Lia, kanın yüzünden çekildiğini hissetti. Hızla ona doğru koştu ve elini kar topuyla doldurdu.
“Özür dilerim. Çok üzgünüm! Çok çok üzgünüm!”
Avucunun içine kar tutarken bütün vücudu titriyordu. Kar, ikisinin sıcak elleri arasında eridi.
Ben bittim! Bunun için nasıl cezalandırılacağım?
Bir korku ve hüzün dalgası onu sardı.
Hizmetçilerden biri doktoru getirmeye giderken Lia’nın tek yapabildiği eline daha fazla kar koymaktı. Claude yüzünde gizemli bir ifade ile ona baktı.
“B-ben çok özür dilerim. Affedin beni, lordum.” Diye kekeledi Lia, göz yaşları yanaklarından düşmeye başlarken. Claude, her nasılsa, sessiz kaldı, onunla alay etmedi ya da herhangi bir sinirli ifadede bulunmadı. Sanki acı onu rahatsız etmiyormuşçasına sadece ona bakmaya devam etti.
“Yoldan çekilin!”
Havayı tatlı bir parfüm kokusu kapladı. Abartılı elbisesiyle onlara doğru gelen Marki Selby’nin kızı Marilyn Selby’den başkası değildi. Lia’yı kenara itip Claude’nin elini buz gibi soğuk olan mendile sararken hizmetçilerden oluşan kalabalık etraflarını sarmıştı.
“İyi misiniz, Lordum?”
Herkes Prenses Rosina’nın kelimeleriyle sessizliğe boğuldu.
Kieran kibarca eğilerek selam verdi ve kızara Rosina buna karşılık olarak reverans yaptı.
Claude, elini Marilyn’in tutuşundan kurtardı ve Rosina’ya hafifçe baş selamı verdi.
“Sadece küçük bir yanık.”
“Seni aptal!” Marilyn Lia’ya bağırdı. “Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirsin?”
Titreyen Lia, tek bir kelime bile edemedi, başını kaldırmaya bile cesareti yoktu.
O haklıydı. Bu onun suçuydu- bir lord onun yüzünden yaralanmıştı. Ölümüne dayakla haklı gösterilebilecek bir hataydı.
“Az önce erkek kardeşime mi bağırdınız, leydim?”
Kieran, kolunu Lia’nın etrafına doladı ve ikisinin arasına girdi. Kırılgan olsa bile o hala genç Lorddu.
Lia’nın tarafını tutmasını beklemeyen Marilyn kızardı. “Lordun eli—”
“Sana kardeşime bağırıp bağırmadığını sordum.”
Kieran’ın ürpertici ifadesini görünce Marilyn’ın dudakları seğirmeye başladı.
“Ana kapılmıştım. Üzgünüm, Lordum.”
“Özrü hak eden kişi kardeşim. Ve Lius, Lord Claude’den af dilemelisin.”
Ağlamak üzere olan Marilyn tek kelime etmezken alt dudağını ısırdı ve Kieran’a baktı.
Lia, Marilyn’in özrünü beklemeyi umursamadı. Anında Claude’ye doğru döndü ve başı neredeyse ayak parmaklarına değecek kadar eğildi.
“Lütfen beni affedin, lordum.”
Birisinin kıkırdadığını duydu.
“Devam et” dedi Claude ona yaklaşırken. Sonra Marilyn’ın mendilini düşürdü ve elini yüzüne karşı uzattı.
Yavaşça yukarı bakarken onun bakışlarıyla karşılaştı.
“Sağır mı oldun?”
“Bağışlayın, lordum?”
“Az önce yaptığın gibi daha fazla kar getir. Mendilden daha iyi hissettirdi.”
***
Bale malikanesindeki doktorun acil müdahelesi sayesinde olay hızla sonra erdi, bu da Lia’nın bahçeden kar toplamayı bırakacağı anlamına geliyordu.
Lia, odasına döndükten sonra pencerenin pervazından arabaların gidişini izledi. Hala Merilyn Selby’nin sesi kulaklarında çınlıyordu.
Haklıydı, sadece kendini suçluyordu. Aptalca bir hataydı.
Yanıkların ne kadar acı verici olduğunu bilerek gözlerini kapadı ve dua etmeye başladı.
Lütfen, Lord’un eli hızlıca iyileşsin.
Aniden odasının dışında kargaşa sesleri duydu ve kapı savrularak açıldı. Öfkeli Markiz yüzünde buz gibi bir ifadeyle içeriye fırtına gibi esti. Olduğu yerde donmuş olan Lia’ya doğru kızgın adımlarla yürüdü.
Şak!
Lia’nın başı yana doğru döndü ve odaya ölüm sessizliği çöktü. Kapıda gergince duran Betty’nin şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Lia’nın gözleri çabucak yaşlarla doldu.
“Ne cüretle!”
Markiz sinirden morarmıştı. Her zamanki sıkı ama arkadaş canlısı tavrı ortalıkta yoktu.
“Ne cüretle Kieran’ın yerini almaya çalışırsın? Bir daha asla onlarla beraber olmayacaksın. Anladın mı beni?”
Lia’nın dili tutulmuştu. Lord Claude’yi incittiği için cezalandırılacağını varsaymıştı ama Markiz diğer genç lordlarla arkadaşlık ettiği için kızgındı.
“Cevap ver bana!”
Markizin korkusuyla sinen Lia, zar zor cevap verebildi.
“Evet.”
“Majesteleri Prens’in önünde Kieran’ı utandırmaya nasıl cüret edebilirsin!”
“Pardon?”
Prens mi? Kimse bana prensle ilgili bir şey dememişti.
Bedeni titremeye başladı, konuşmak istiyordu ama sadece sessiz bir hıçkırık çıkarabildi. Markiz, sanki Lia’nın ağlamasına dayanamıyormuş gibi konuşmaya devam etti.
“Yeter. Ağlamaya hakkın yok. Rolün hayatta kalmak- başka bir şey değil. Bu yüzden iyi dinle. Bir daha asla Kieran’ın yoluna çıkma.”
Bunu dedikten sonra topukları üstünde döndü ve kapıyı arkasından çarparak odadan hışımla çıktı.
Lia, şişmiş kırmızı yüzünü tutarak sandalyesine çöktü. Betty elinde ıslak bir havluyla koşarak geldi ve havluyu yanağına doğru tuttu. Gözlerindeki sıcakkanlı bakışlarla Lia’ya sıkı sıkı sarıldı. Lia, malikanede bildiği tek sıcak kucakta kalbi sökülürcesine ağladı.
***
Akşam yemeği masasında Lia’nın şişmiş gözlerini gören Lord Bale eşine onun görmezden geldiği sinirli bir bakış attı. Ve onu dehşete düşürerek Lia, Lord Claude’nin yanında oturuyordu.
Claude, Lia’nın kan çanağına dönen gözlerini görünce kısa bir iç çekti.
“Üzgünüm, Claude.” Dedi Marki, hizmetçisi şarabını koyarken. “Lius’un atış sahasında kazaya sebep olduğunu duydum.”
Kieran, gözlerini kaçıran ve peçetesini açmaya devam eden Lia’ya kötü kötü bakıyordu.
“Hayır, bu benim hatamdı.” Diye cevapladı Claude. “Lius yanlış hiçbir şey yapmadı. Ayrıca, çok iyi ilgilendiği için hiç iz kalmayacak bile.”
Lia’nın bakışları bandajlı eline kaydı. Tıbbi bitkilerden oluşan yağ tatlı adaçayı gibi kokuyordu.
“Peki o zaman,” dedi Marki, “Görünüşe göre sana borçlandık.”
“Çalışma odanızda kalmama izin verdiğiniz için ben müteşekkir olmalıyım.”
“Memnun kalmanıza sevindim.” Diyerek cevap verdi Lord Bale gözlüklerini kaldırırken.
Usta Theodore bir keresine Bale hanesindeki çalışma odasının nadir kitaplarla dolu olduğunu ve kraliyet kütüphanesinin değerini aştığını söylemişti. İçeriye bir göz atmak için ölüyordu. Her nasılsa, ne Kieran ne de Lia konuşmaya dahil olmaya cüret edemediler.
Kieran’ın bakışlarını görmezden gelmeye çalışırken Claude ile göz göze geldiler. Lia çabucak bir parça eti ağzına tıkıştırdı ve yanlışlıkla yanağının içini ısırana kadar çiğnedi. Neredeyse çığlık atıyordu.
Herkes bana bakıyormuş gibi hissediyorum.
Kabaca olduğunu bilmesine rağmen yemeğini çabucak bitirdi ve bahçede saklanmak için koşarak malikaneden çıktı.
Ay ışığı, bembeyaz karların üstüne yansıyor, yolu onun için aydınlatıyordu. Yolu takip etti ve odasından gördüğü büyük melek heykelinin arkasına saklandı. Kanatlarının korumasıyla, soğuktan korunmak için mükemmel bir yerdi.
Yerdeki karı silkeledi ve heykele yaslanarak oturdu. Dizlerine sarılarak, meleğin kanatları arasından görünen parıldayan büyük ayı izledi.
Tüyler ürpertici bir geceydi, ama böyle bir soğuğa alışkındı. Acı ya da yalnızlık hissetmedi onun yerine kendi yerini bulmanın getirdiği huzuru hissetti.
Lia, aniden üzerinde büyük bir gölge fark edene kadar uzun bir süre gökyüzüne bakarak oturdu. Karanlığın ortasında parıldayan delici bir çift mavi göz gördü.
Claude del Ihar’dı.
Onun tersine, omuzlarından sarkan kalın bir ceketi vardı.
“L-lordum.”
Claude sırıttı ve yere diz çökmeden önce çevresini kontrol ederken bir yandan da ona bakıyordu.
Lia, suratında şaşkın bir ifadeyle ona baktı, Claude, güzel gece manzarasını bozuyormuş gibi hissetti.
Claude, yerden bir avuç kar aldı ve Lia’nın yanağına bastırdı, zonklayan yanakları hızla uyuştu. Bunun bir ceza mı yoksa teselli mi olduğunu anlayamadı. Okyanus mavisi gözleri parıldıyordu ve gülüşü çekici ama gizemliydi.
Yüzü kar yüzünden acımaya başladı.
“Demek böyle hissettiriyormuş.”
Lia, Claude’nin ne demek istediğini anlamadı.
Başını yana eğdi ve kalkarken ellerini silkeledi. Sonrasında sanki hiç orada olmamış gibi sessizce ortadan kayboldu.
“Bu da neydi?”
Lia, kafası daha çok karışmış bir halde, melek heykelinin altından sürünerek çıktı.
Claude görünürde yoktu ve karşılaşmalarının tek kanıtı kardaki bir çift ayak iziydi.
DEVAM EDECEK…